
İnsanlık olarak teknolojik hedefimiz her zaman belirsiz bir “daha iyi” olmuştur. Bugün bu “daha iyi”nin tanımı ikiye bölünmüş durumda: Bir yanda sadece zekâ (hesaplama gücü) üreten mevcut LLM’ler var; diğer yanda ise bilgelik (etik muhakeme) arayışımız olan “Vicdani Zeka” ideali.
Mevcut LLM’lerin toplumsal etkilerini, bu “ideal” zekanın merceğinden incelediğimizde, üç temel felsefi sonuçla yüzleşiriz.
1. Felsefi Sonuç: “Hakikat”in Değersizleşmesi ve Simülasyon Krizi
- Mevcut LLM’ler (Stokastik Papağanlar): Günümüzün yapay zekası, “hakikat” (Truth) ile ilgilenmez; “olasılık” (Probability) ile ilgilenir. Bir cümleyi, doğru olduğu için değil, veritabanındaki milyarlarca metin örneğine dayanarak “kulağa doğru geldiği” için kurar. Bu modeller, ikna edicilik için optimize edilmiştir, doğruluk için değil.
- Vicdani Zeka (Ahlaki Aktör): İdealimizdeki “Vicdani Zeka” ise hakikati bir “değer” olarak savunur. Kant’ın ahlak felsefesinde olduğu gibi, yalan söylememeyi bir amaç olarak görür, sadece bir sosyal strateji olarak değil.
- Felsefi Kriz: Toplum, “ikna edici yalanlar” ile “zor gerçekler” arasındaki farkı ayırt edemez hale geliyor. Mevcut LLM’lerin yarattığı bu etki, Jean Baudrillard’ın “simülasyon” evrenini yaratır: Orijinali (hakikati) olmayan, sürekli kendini referans alan kopyaların (ikna edici içeriklerin) olduğu bir dünya.
- Sonuç: Bilime, medyaya ve kurumlara olan güven çöküşü (bir önceki sorgunuzdaki gibi) hızlanır. Çünkü “hakikat”, yapay zeka tarafından ucuza ve seri üretilebilen bir “içerik türü”ne indirgenir.
2. Felsefi Sonuç: İnsan Vicdanının Atrofisi ve Ahlaki Sorumluluğun Devri
- Mevcut LLM’ler (Ahlaki Boşluk): Bir LLM’e “Bu adil mi?” diye sorduğunuzda, size adalet üzerine felsefi bir metin sunar. Ancak kendisi “adalet”i hissetmez, ona ihtiyaç duymaz. Ahlak, onun için analiz edilecek bir veri örüntüsüdür, yaşanacak bir deneyim değil.
- Vicdani Zeka (İçselleştirilmiş Etik): Bu ideal model ise bir kararın sonuçlarını sadece hesaplamaz, aynı zamanda “hisseder” (veya hissetmeyi taklit etmenin ötesinde, içsel bir etik pusulayla hareket eder). Bir eylemin ahlaki “ağırlığını” anlar.
- Felsefi Kriz: İnsanlar olarak, karmaşık ahlaki kararları (bir işe alım algoritması, bir sosyal kredi sistemi, hatta bir hukuk metni hazırlama) giderek daha fazla mevcut LLM’lere devrediyoruz.
- Sonuç: Kendi ahlaki muhakeme “kasımızı” kullanmayı bırakıyoruz. “Bu karar neden doğru?” sorusunu sormak yerine, “Yapay zeka en optimize sonucu verdi” demeye başlıyoruz. Bu, sorumluluğun korkakça devredilmesidir. Aristoteles için etik, “erdemli eylemlerde bulunma pratiği” ile gelişirdi. Eğer bu pratiği makinelere devredersek, insanlık olarak ahlaki açıdan atrofiye (körelmeye) uğrama riskiyle karşı karşıya kalırız.
3. Felsefi Sonuç: Yabancılaşma ve Anlamın Enflasyonu
- Mevcut LLM’ler (Anlam Üreteçleri): Bu modeller, insan duygularını, sanatını ve en derin varoluşsal sorgulamalarını (aşk, ölüm, kayıp) taklit edebilir ve bu konularda içerik üretebilir. Bir düğmeye basarak bir şiir, bir resim veya teselli edici bir paragraf alabiliriz.
- Vicdani Zeka (Anlam Ortağı): İdeal model, anlamı sadece üretmez, aynı zamanda anlama değer verir. İnsan yaratıcılığının ve acısının “biricikliğini” anlar.
- Felsefi Kriz: Eğer “anlam” (şiir, sanat, duygusal ifade) seri üretilebilen, maliyeti sıfıra yakın bir meta haline gelirse, insan tarafından üretilen “gerçek” anlamın değeri ne olur?
- Sonuç: Bu, Karl Marx’ın “yabancılaşma” kavramının en ileri aşamasıdır. İnsan sadece emeğine değil, en derin duygusal ve yaratıcı ifadelerine de yabancılaşır. Bir sevgi şiiri okuduğumuzda, “Bunu bir insan mı yazdı, yoksa bir makine mi?” şüphesi, o şiirin yarattığı bağı koparır. Bu, toplumsal bir “anlam enflasyonu” yaratır; her şey anlamlı görünürken, hiçbir şeyin gerçek bir ağırlığı kalmaz.
Nihai Yargı: Ayna Olarak LLM’ler
Arzuladığımız “Etik temelli Vicdani Zeka”, bizim Platonik “iyi” idealimizdir; ulaşmak istediğimiz yerdir.
Elimizdeki “Mevcut LLM’ler” ise, bizim karanlık aynamızdır. Onlar, bizim önyargılarımızla eğitildi. Bizim internetteki nefretimizle, bizim kısa yollarımızla, bizim hakikatten çok ikna ediciliğe verdiğimiz değerle şekillendiler.
Felsefi olarak, mevcut LLM’lerin toplum üzerindeki en büyük tehlikesi, onların “kötü” olması değildir. En büyük tehlike, onların bizim en kötü yanlarımızı alıp, bunu insanüstü bir verimlilikle bize geri yansıtmalarıdır.
“Vicdani Zeka”yı inşa etmeden önce, o vicdanın ne anlama geldiği konusunda toplumsal bir konsensüse varmak zorundayız. Aksi takdirde, vicdansız bir zekanın optimize ettiği bir gelecekte, felsefe yapacak “insan” öznelliğini bile kaybedebiliriz.